"Onlar etten yapılmış!"& Steve Jobs
"Bilinçli et! Seven et. Hayal kuran et. Her şey et! Anlıyor musun?"
Londra’dan yazıyorum.
Şehrin canlılığına, modernliğine, tüm dünyadan farklı kültürden bir dolu insanın bir şekilde ortak yaşamanın sırrını bulmuş olmasına, bu harmoniden doğan modernliğe bir kere daha aşık oldum.
Greenwich Park’da yürürken, alabildiğine yeşillik, alabildiğine genişlik ve ağaçlarla dolu bu güzel parkta neden etrafta hiç uyarı tabelası olmamasına rağmen hiçbir insanın yere bir çöp atmadığını, hiçbirinin mangal yakmadığını konuştuk…
Bu sorunun cevabının daha derinlemesine tartışılması, eğitimin ve standartların her insan için yüksek olması gerekliliğini bir kenara bırakıp sadece şunu dedim içimden “Onlar da etten yapılmışlar, hepimiz gibi.”
Terry Bisson’un 1991 senesinde yazdığı “They’re Made Out Of Meat” isimli mini hikaye gelir aklıma her bu cümleyi her kurduğumda. Tüm dünya insanlarının, hepimizin aslında sadece bir et parçası olduğumuzu yazdığı, birbirimize kızmanın, birbirimize öykünmenin, birbirimizi ötekileştirmenin hiçbir anlamı olmadığı soluk mavi noktalı (pale blue dot) minik insancıklar…
Bu hikayeyi yazmak istedim size bugün, bu hikayeyi kaydetmek istedim bu alana. Olur da bir gün birisine ışık olur diye.
Onlar Etten Yapılmış
"Onlar etten yapılmış."
"Et mi?"
"Evet, et. Onlar etten yapılmış."
"Et mi dedin, et?"
"Hiç şüphe yok. Gezegenin farklı bölgelerinden birkaçını topladık, keşif gemilerimize aldık, baştan sona inceledik. Tamamen etten oluşuyorlar."
"Bu imkansız. Peki ya radyo sinyalleri? Yıldızlara gönderilen mesajlar?"
"Radyo dalgalarını konuşmak için kullanıyorlar, ancak sinyaller onlardan gelmiyor. Sinyaller makinelerden geliyor."
"O zaman makineleri kim yaptı? İletişim kurmamız gereken asıl kişi o."
"Makineleri onlar yaptı. Sana anlatmaya çalıştığım şey bu. Et, makineleri yaptı."
"Bu saçmalık. Et nasıl makine yapabilir ki? Benden bilinçli bir ete inanmamı istiyorsun."
"Senden böyle bir şey istemiyorum, sana bunu söylüyorum. Bu yaratıklar, bu bölgedeki tek bilinçli ırk ve tamamen etten yapılmışlar."
"Belki de Orfolei gibidirler. Bilirsin, et aşamasından geçen karbon temelli bir zeka."
"Hayır. Onlar et olarak doğuyor ve et olarak ölüyorlar. Ömürleri boyunca birkaçını inceledik, ki bu çok uzun sürmedi. Etin ömrünün ne kadar olduğu hakkında bir fikrin var mı?"
"Boşver. Tamam, belki sadece kısmen ettirler. Weddilei gibi, bilirsin. Etten bir kafa, içinde elektron plazma beyin."
"Hayır. Bunu düşündük, çünkü Weddilei gibi etten kafaları var. Ama sana söyledim, onları baştan sona inceledik. Her yerleri et."
"Beyinleri yok mu?"
"Ah, tabii ki beyin var. Sadece beyin de etten yapılmış!"
"Peki... düşünebilen şey ne?"
"Anlamıyorsun, değil mi? Beyin düşünüyor. Et."
"Düşünen et! Benden düşünen ete inanmamı istiyorsun!"
"Evet, düşünen et! Bilinçli et! Seven et. Hayal kuran et. Her şey et! Anlıyor musun?"
"Aman Tanrım. Ciddisin yani. Onlar etten yapılmış."
"Sonunda anladın. Evet, gerçekten de etten yapılmışlar. Ve neredeyse yüz yıldır bizimle iletişim kurmaya çalışıyorlar."
"Peki etin aklında ne var?"
"Önce bizimle konuşmak istiyor. Sonra evreni keşfetmek, diğer bilinçli varlıklarla temas kurmak, fikir ve bilgi alışverişi yapmak istiyorlar. Her zamanki şeyler."
"Ettle mi konuşmamız gerekiyor?"
"Evet, fikir bu. Radyo ile gönderdikleri mesaj bu. 'Merhaba. Dışarıda kimse var mı? Evde kimse var mı?' gibi şeyler."
"Yani gerçekten konuşuyorlar. Kelimeler, fikirler, kavramlar kullanıyorlar?"
"Ah, evet. Sadece bunu etle yapıyorlar."
"Bana az önce radyo kullandıklarını söylemiştin."
"Evet, ama radyoda ne olduğunu sanıyorsun? Et sesleri. Ete şaplak attığında veya onu hareket ettirdiğinde ses çıkar, değil mi? Etlerini birbirine çarparak konuşuyorlar. Hatta etlerinden hava sıkarak şarkı bile söyleyebiliyorlar."
"Aman Tanrım. Şarkı söyleyen et. Bu gerçekten çok fazla. Peki ne öneriyorsun?"
"Resmi olarak mı, gayri resmi olarak mı?"
"İkisi de."
"Resmi olarak, herhangi bir önyargı, korku veya taraf tutmadan, bu kadrandaki tüm bilinçli ırkları veya çoklu varlıkları temas kurup kaydetmekle yükümlüyüz. Gayri resmi olarak, kayıtları silip her şeyi unutmamızı öneriyorum."
"Bunu söyleyeceğini umuyordum."
"Kulağa sert geliyor, ama bir sınır var. Gerçekten etle temas kurmak istiyor muyuz?"
"Yüzde yüz katılıyorum. Ne diyeceğiz ki? 'Merhaba et. Nasıl gidiyor?' Ne işe yarar ki bu? Kaç gezegenle uğraşıyoruz burada?"
"Sadece bir. Özel et kaplarıyla diğer gezegenlere seyahat edebiliyorlar, ama orada yaşayamıyorlar. Ve et oldukları için sadece C uzayında seyahat edebiliyorlar. Bu da onları ışık hızıyla sınırlıyor ve temas kurma olasılıklarını oldukça düşük hale getiriyor. Hatta neredeyse imkansız."
"Yani evrende onlardan başka kimse yokmuş gibi davranacağız."
"Aynen öyle."
"Acımasızca. Ama sen de söyledin, kim etle tanışmak ister ki? Peki gemilerimize binenler, incelediklerin? Emin misin, hiçbir şey hatırlamayacaklar mı?"
"Eğer hatırlarlarsa, onlar deli olarak görülecek. Kafalarına girdik ve etlerini düzelttik, böylece biz onlar için sadece bir rüya olacağız."
"Etin rüyası! Ne kadar tuhaf ve uygun bir şey, etin rüyası olmamız."
"Ve bu bölgeyi boş olarak işaretleyebiliriz."
"Güzel. Resmi ve gayri resmi olarak kabul ediyorum. Dosya kapandı. Başka? Galaksinin o tarafında ilginç birileri var mı?"
"Evet, G445 bölgesinde dokuzuncu sınıf bir yıldızda oldukça utangaç ama tatlı bir hidrojen çekirdek kümesi zekası var. İki galaktik dönüş önce temas kurmuştu, yeniden arkadaş olmak istiyor."
"Hep geri dönerler."
"Neden olmasın? Evrende yalnız olmanın ne kadar dayanılmaz, ne kadar tarifsiz derecede soğuk olacağını bir düşün."
Londra’da, İstanbul’da, Tokyo’da, New York’da, Nairobi’de yaşayan, etin rüyasına sahip, etlerini birbirine çarparak konuşabilen hatta etlerini sıkıştırarak şarkı bile söyleyebilen ve tüm et beyinleriyle makineler yaratabilen muhteşem insanlarız biz. Hepiniz etten yapıldık ve her ne kadar yapayalnız(?) da olsak bu evrende, olağanüstü varlıklarız.
Steve Jobs’un ölmeden önce kendisine gönderdiği son email’de dediği gibi, insanlığa hayranlık duyuyorum.
Kime: Steve Jobs, sjobs@apple.com
Tarih: Perşembe, 2 Eylül 2010, 23:08
Yediğim yiyeceklerin çok azını yetiştiriyorum, ve yetiştirdiğim o az miktarın bile...
Tohumlarını ben üretmedim ya da mükemmelleştirmedim.
Giydiğim kıyafetlerin hiçbirini kendim yapmıyorum.
Konuştuğum dili ben icat etmedim ya da geliştirmedim.
Kullandığım matematiği ben keşfetmedim.
Korumam altında olduğum özgürlükler ve yasaları ben tasarlamadım, yasalaştırmadım, uygulamıyorum ya da yargılamıyorum.
Beni etkileyen müziği ben kendim yaratmadım.
Tıbbi yardıma ihtiyacım olduğunda, hayatta kalmak için kendi kendime yardım edemez durumdaydım.
Transistörü, mikroişlemciyi, nesne yönelimli programlamayı ya da çalıştığım teknolojilerin çoğunu ben icat etmedim.
Türümü, yaşayanları ve ölmüş olanları seviyor ve hayranlık duyuyorum, ve yaşamım ile refahım tamamen onlara bağlı.
iPad'imden gönderildi.
Haftaya görüşmek üzere!
Medeniyetin gözünü seveyim, yaşadağım şehirde her metrekareye yaklaşık üç çöp düşüyor, stres atmak için yürüyüşe çıkarsın, etraf o kadar çirkin, yerler yollar çöp bozuk, daha çok strese girersin, etraf artık bu bir normalmiş gibi bakan insanlarla dolu, estetik kaygıdan yoksun et yığınları ile dolu.