Balenciaga'nın kendisini adadığı sanatı
Dior'un tatlı rekabeti, Balanciaga'dan yaratıcılık dersleri ve iş yapış modelleri...
Bu hafta elime Paul Johnson'ın Creators isimli kitabı geçti.
Her ne kadar klişe gibi görünse de ismiyle beni anında kendisine çeken kitapta Picasso’dan Disney’e, Jane Austen’den Mark Twain’e birçok ustanın hayatlarını ve yaratma süreçlerini bulabilirsiniz. Canınız sıkıldıkça Victor Hugo’yu ya da Shakespeare’i okuyup, bu insanların ortak özellikleri ne olabilir diye dertlenebilirsiniz. Minik bir spoiler, ortak özellikleri yok. Bence yok yani…
Başarısız insanlar birbirine benzer de başarılı insanların kendilerine özgü başarısı var sanki. Ve Tolstoy’a sevgilerimizle…
Balenciaga ve Dior’un bölümü hemen ilgimi çekti. Ama buraya gelmeden önce Paul Johnson’ın yaratıcı insanlar hakkında yazdığı birkaç şeyden bahsedelim.
Paul’a göre Tanrının bir nevi kopyası olduğumuz için her birimizin içinde bir yaratıcılık var. Bir çiftçi yaratıcıdır, aynı şekilde bir ayakkabıcı da. Sokakları temizleyen temizlik görevlileri için bile yaratıcılık söz konusudur.
Ne mutlu “Her gün bana kirli bir sokak veriyorlar ve her gün onu tertemiz yapıyorum.” diyebilen temizlik görevlisine!
Paul yaratıcılığın seviyeleri olduğunu düşünüyor. Yani daha önce hiç yapılmamış binaları yapanlardan tutun da daha önce hiç düşünülmemiş buluşları bulanlarla dolu bir insanlık tarihinden söz edebiliyoruz. Bu yaratıcıların yaratıcılık seviyelerinin diğerlerinden biraz daha farklı olduğunu düşünüyor.
Tüm yaratıcı insanlar kendilerinden önce gelenlerin omuzlarında yükselmişlerdir diye de ekliyor Paul.
Her birimizin her birimize ihtiyacı var bu kocaman evrendeki küçücük soluk ve mavi gezegende…
Balenciaga ve Dior’un birlikte geçen muhteşem yıllarından bahsedelim hadi.
Balenciaga:
Cristóbal Balenciaga (1895–1972) hayatını güzel şeyler üretmeye en çok adamış iş insanlarından birisi olabilir.
Paris’teki yabancı tasarımcıların en iyilerinden olan Balenciaga, sadece tasarımcı değildi. O modacıların en iyisiydi. Tasarlıyor, kesiyor, dikiyor, provasını yapıyor ve elbiseyi tamamlıyordu. En iyi elbiselerinde sadece ve tamamen kendisi çalışırdı. Baştan sona…
Balenciaga: Çocukluk
21 Ocak 1895’te İspanya’da bir balıkçı kasabasında doğmuş Cristobal Balenciaga.
Babası denizciymiş ve aynı zamanda köylerinin belediye başkanıymış ancak genç yaşta ölünce, Cristobal, annesi Eisa ve iki kardeşiyle birlikte hayatlarını devam ettirmeye çalışmış.
Eisa bir terzi dükkanı açmış ve köy halkına dikiş yapmayı öğretmiş. Cristobal 3,5 yaşındayken annesinin bu kurslarına katılmış ve iğneye olan yatkınlığını hemen göstermiş.
Balenciaga. 3,5 yaşında iğneyi ilk defa eline aldığı günden sonra, 70 sene boyunca her gün mutlaka dikiş yapmış.
İlk işi kedisi için yaptığı incili bir yaka seti olmuş. Bu yakayı ilk fark eden kraliçenin annesi olmuş ve kendi elbiselerine de bunu eklemesini istemiş Cristobal’dan.
12 yaşındayken San Sebastian’daki bir terziye çırak olmuş ve kesim yapmayı öğrenmiş.
17 yaşında Fransızca öğrenmek için Biarritz’e gitmiş.
18 yaşında San Sebastian’daki ünlü bir mağazada -Louvre’da- kadınlara elbise denettirmiş ve onların üzerilerine göre olanı almalarına yardımcı olan görevlilerden olmuş.
3 yaşından 20 yaşına kadar modayla ilgili pek çok şeyi öğrenmeye çalışmış. Tek yetersizliği ressamlıkmış, her ne kadar kendi fikirlerini kağıt üzerine dökebilse de, ilerledikçe fikirlerini daha sistematik şekilde ortaya koyabilecek artistler işe almış.
Balenciaga: Modacılık
1919’da 24 yaşındayken ilk dükkanını San Sebastian’da açmış. İlk işi gelinlikler olmuş.
İkinci ve üçüncü dükkanlarını sırasıyla Madrid ve Barcelona’da açmış üç dükkanın da ismi annesinin adını taşımış: Eisa.
1937’de İspanyol Savaşı başladığında dükkanlarını kapatıp, Paris’e gitmiş. Savaş bittikten sonra İspanya’ya geri dönüp dükkanlarını yeniden açmış ancak Paris’teki dükkanını kapatmamış. Her ne kadar Paris’teki dükkan İspanya dükkanları tarafından finanse edilse de açık kalmaya devam etmiş.
Paris’te savaş patlak verdikten ve Naziler Paris’e girdikten sonra işleri sekteye uğramış. Fransa için moda çok önemliymiş o zamanlar, ithalatın ve de ekonomilerinin bel kemiğiymiş. Naziler bunu kıskanmış ve Paris’e girdikleri zaman tüm en iyi terzileri ve modacıları alıp Berlin’de bir moda merkezi oluşturmak istemişler. Çoğu terzi bu duruma boyun eğerken bir kısmı da işlerini kapatmış.
Chanel Nazilere tamamen onay verip, Nazi bir sevgilisiyle korkusuzca ilişki yaşamış. Paris Nazilerden geri alınınca Chanel İsviçre’ye kaçmış ve itibarını zamanla ve biraz da rüşvetin -öhöm- bağışın yardımıyla geri kazanmış.
Balenciaga savaş zamanını iyi değerlendirmiş ve işini koruyabilmiş bunda en büyük etkenlerden biri de Hitler’in dostlarıyla olan yakın ilişkileriymiş. Balenciaga Hitler döneminde iş yapmaya devam eden 60 şirketten biri olmuş.
Savaştan sonra Andre Malraux’un dediği gibi “beyin ve artistik yeteneklerden başka bir şeyi kalmamış” Fransa’nın. Bu iyileşme sürecine filozoflar ve modacılar da katkıda bulunmuş ve Paris’te birçok yenlik yaşanmaya başlamış.
Bu yeniliklerin başında da modada, Christian Dior’un tasarımları başı çekmiş. Amerika magazinleri başta olmak üzere Dior’un tasarımlarına “New Look” denmeye başlanmış.
“Yeni Görünüm'ü duydunuz mu? Kalçanızı dolduruyorsunuz ve belinizi sıkıyorsunuz, etekler ise ayak bileğine kadar. Bu koca bir mutluluk! İnsanlar araçlarından size bağırıyorlar çünkü yeni görünüş nedense insanlar arasında bir sınıf duygusu yaratıyor.”
Dior:
Dior: Küçüklük
Christian Dior 21 Ocak 1905 doğumlu zengin bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş. Annesi halihazırda sosyetenin önde gelen isimlerinden de olsa daha da yukarıda -en yukarıda- olmak isteyen bir hanımefendiymiş. Babasının fabrikası varmış ve oğlunun diplomat olmasını istiyormuş.
Babadan kalma Paris’te bir evi olan Christian Dior, Paris sosyetesinin içinde büyür.
Dior bir ortakla birlikte Paris’te galeri açar. Büyük Depresyon’da babası işini kaybeder, annesi ölür, Dior da galerisini kapatır.
Dior küçükken hem annesine hem de kız kardeşlerine elbise tasarlamaktan çok hoşlanıyorsa da babasının vetosu yüzünden bu işe tam olarak kendini verememiş. Eğer Büyük Depresyon’da galerisini kaybetmeseydi ve beş parasız kalmasaydı muhtemelen, hayatının sonuna kadar orta seviye bir sanat galerisi sahibi olarak yaşayacaktı ve hiçbirimiz onu tanımayacaktık. Ancak parasızlık ona cesaret verdi ve kendi tasarımlarını Nina Ricci, Schiaparelli, Molyneux ve Patou gibi büyük tasarımcılara satmaya başladı.
Dior şansa çok inanıyordu. Yanında hep şans bileklikleri ya da taşları taşıyordu. Sık sık falcılara giderdi. Hayatının sonuna kadar da astroloğu Madame Delahaye’den danışmanlık aldı. Kendisinin deyimiyle “bilge bir kadın” savaş zamanı Dior’a, kadınların Dior’a sahip oldukları için çok şanslı olacağından bahsetmiş ve Dior’un hayatının sonuna kadar çok sık seyahat edeceğini söylemişti...
Dior: Modacılık
40’larına kadar Dior tanınmış bir isim değildi. Ancak o yıl “Pamuk Kralı” olarak tanınan tekstilci Marcel Boussac’la tanıştı. Boussac, Paris’te büyümekte olan işlerine yardımcı olacak bir moda evine sahip olmayı istiyordu. İşleri pek yolunda gitmeyen Philippe et Gaston isimli bir moda evi de vardı. Dior’un ismini duymuş ve ondan fikir istemişti. Dior ona şunları söyledi:
"Bir giyim fabrikasını yönetmekle ilgilenmiyorum. Senin ihtiyacın olan ve benim de işletmek istediğim şey, Paris'te en yüksek lüks ve en yüksek işçilik standartlarına sahip bir salonu yeniden kurmak için, ticaretteki en iyi insanları işe alacağımız bir sanat atölyesidir. Bu iş çok fazla paraya mal olacak ve çok fazla risk gerektirecek.”
Dior’un aslında oldukça utangaç birisi olduğunu göz önüne aldığımızda böylesine bir konuşmayı yapabilmesi onun için oldukça cesur bir hamleydi. Ancak Boussac fikri çok beğenmiş ve 100 milyon frank yatırımla Dior’dan işi kurmasını istemiş. Dior son anda neredeyse işin büyüklüğünden korkup işi yapmaktan vazgeçse de falcısı Dior’u ikna etmiş.
Dior bu yeni tasarım evini açma riskini ikiye katlayarak lansman olarak “New Look”u tasarımlarında kullanmış. “Zenginleri yeniden zengin hissettirmek istiyorum” mottosuna sahip Dior, savaş sonrası zamanlarda oldukça ilgi görmüş. Dünyanın en iyi terzilerini işe alan Dior, moda evine oldukça büyük kazançlar elde ettirmiş. Kıyafetlerin kalitesi oldukça iyiymiş, tasarımı, dikişi, müşterilerin üzerlerine özenle dikilmesi oldukça ses getirmiş.
Balenciaga vs Dior
Dior’un bu başarısına karşı Balenciaga pek yorum yapmasa da sadece bir kere Dior’un tasarımlarını çok beğendiğini söylemiş.
Dior tasarımlarda oldukça yetenekli ve hızlıyken Balenciaga çizimlerinde asistanı Fernando Martinez’e güveniyordu. Sadece çizimler konusunda Dior’un sahip olduğu yeteneğe sahip olmayı isteyen Balenciaga, diğer her şeyde Dior’dan üstündü.
Balenciaga, Dior’un dikmeyi bilmediğinden ve bir elbiseyi son haline getirene kadar üzerinde uğraşacak yeteneği olmadığından dolayı, Dior’un tasarımlarının bazen gereksiz, gerçekçi olmayan ya da faydasız olduğundan yakınıyordu.
Bir gün bir arkadaşının evine yemeğe giden Cristobal Balenciaga, evin hanımının Dior giydiğini görür. Kadının hizmetçisi o gün izinli olduğundan elbisenin arkasını kadın bağlayamamış ve kocasından yardım istemiş, kocası yapmak istemeyince Balenciaga kadının sırtındaki düğmeleri tek tek kapatmış. Oldukça küçük 36 düğmeden oluşan bu elbiseye Balenciaga, “bu Dior deli, 24 düğmenin yeteceği elbiseye neden 36 düğme tasarlarsın ki?” şeklinde tepki vermiş.
Balenciaga Dior’un modayı yeterince ciddiye almadığını sık sık düşünüyordu. Dior dikmeyi bilmediğinden modacı değil sadece tasarımcı olarak adlandırılıyordu. Ama yine de “New Look”un yakaladığı başarıyı hiçbir zaman küçük görmedi Balenciaga ve takdir etti.
Balenciaga Dior’u hiçbir zaman rakibi olarak görmedi. Kendi yarattığı tasarımların Dior’unkilerin altında ezileceğine hiçbir zaman inanmadı.
Dior zenginleri giydiriyordu, Balenciaga ise en zenginleri… 1950’lerde kadınlar Dior’dan Balenciaga’ya “terfi” ederlerdi.
Dior da Balenciaga’nın yeteneğini asla kıskanmadı aksine kabullendi. Balenciaga’ya “usta” derdi. 1948’de Balenciaga’nın hayat arkadaşı 49 yaşında vefat ettiğinde, Balenciaga emekli olup İspanya’ya geri dönmek istedi. Dior, Balenciaga’nın yanına gidip kalması için yalvardı: Ona “Sizin en iyiyi sergilediğiniz örneklerinize ihtiyacımız var.” demişti.
Sanatın bir tezahür etme biçimi olarak: Balenciaga
Balenciaga’nın ofisi çok sessizmiş adeta bir kiliseyi andıracak kadar sessiz... Kimse konuşmazmış ofiste, konuşmak gerekiyorsa, çok sessizce neredeyse fısıldayarak konuşulurmuş. Randevusuz kimse içeri giremezmiş. Her odanın girişinde bekleyen muhafızlar bulunurmuş.
Balenciaga kendi odasında çalışırmış ve onun odasına senior yöneticiler haricinde kimse girmezmiş.
Balenciaga’nın çalışanları, onun aslında varolmayan birisi olduğunu bu kelimenin aslında bir miti belirttiğini düşünürmüş...
Balenciaga hiç röportaj vermemiş, popüler olmayı reddetmiş. Sadece bir kere London Times’a emekli olmadan önce röportaj vermiş.
Balenciaga’nın bu inzivai çalışma hayatı kendisini sanatına adeta adamasının bir yansıması olarak görülebilir. Paris’teyken fanatikçe çalışırmış. Her koleksiyonu 200-250 tasarım içerirmiş ve hepsini Balenciaga kendisi yaparmış. Güvenilir birkaç asistanı ve stajyerleri ufak tefek şeyler için yardımcı olurlarmış.
Balenciaga bazen sinirlenirmiş, sinirlendiğini hızlı ayak hareketlerinden anlarmış çevresindekiler. Sesini hiç yükseltmezmiş. Sessizlik Balenciaga’nın mottosuymuş.
Tasarımdan memnun kaldığında ve elbiseler yapıldığında 4 prova seansı yaparmış Balenciaga toplamda. İlki materyaller için ve diğer üçü de modellerin olduğu şekil ve biçim seanslarını oluştururmuş.
Bir günde 180 kıyafet için prova aldığı olurmuş Balenciaga’nın. Her biri tamamen konsantre şekilde ve çok az cümle kurularak geçen 180 prova…
Balenciaga, bir kadının kıyafeti içinde rahat olduğu müddetçe özgüvenli olduğunu söylermiş. Eğer kadın özgüvenliyse de en iyi ruh halindedir ve o kıyafeti en güzel şekilde taşır diye eklermiş. Müşterilerinin kıyafetlerini neredeyse ikinci bir deri gibi giymelerini istermiş. Bu rahatlıkta olmadığı müddetçe tasarımları beğenmezmiş.
Balenciaga’nın ikinci prensibi ise kıyafetin dayanıklılığıymış. Dior yılda iki kere değişiklik yaparken, Balenciaga her zaman temelde aynı olan gece elbiseleri tasarlar ve dikermiş. Büyük annelerden torunlarına kalacak elbiseler yapmak istermiş. Yıllar sonra yine zarif ve kaliteli kalabilen elbise, şapka ya da aksesusuarları çok etkileyici bulurmuş.
Balenciaga’nın üçüncü prensibi ise tasarımların materyalleri, çoğunlukla kumaşlarındaki kaliteymiş. Kendi tasarımlarına özgü yeni ve kaliteli kumaşlar bulmaya özen gösterirmiş. Çoğu zaman kumaşları kendisi boyarmış.
Bir gün bir tedarikçisi onun için sadece Balenciaga tasarımlarına özel yeni bir kumaş üretmiş. Balenciaga kalitesini çok beğenmiş ve hemen üzerine düğme dikmeye çalışmış ancak biraz zorlanınca iade etmiş kumaşı. Ne kadar kaliteli olsa da kullanımının kolay olması da oldukça önemliymiş onun için.
Balenciaga: Son yıllar
1957’de Dior’un ölümü Balenciaga için son yıkıcı şey olmuş.
Dior lezzetli ve zengin yiyecekleri çok severmiş ve fazla et yemeye karşı verdiği irade savaşında kalbi daha fazla dayanamamış, yenilmiş.
Dior’un ölümünden sonra Balenciaga oldukça yalnız bir figür olarak hayatına devam etmiş.
1960’larda 70 yaşlarında olan Balenciaga, 60’ların yeni zevkini ve davranışlarını hiç onaylamaz ve beğenmez. 1950’lerde tasarımları oldukça takdir edilen Balenciaga, 60’larda kıyafetleri oldukça “yaşlı gösterdiği” gerekçesiyle hep eleştirilir. Gençler için değildir. Mini eteklerden nefret eder Balenciaga... Gençliğin iyi bir modaya ya da işçiliğe layık olmadığını düşünür. Dior’un yerine gelen Yves St. Laurent gibi tasarımcıları da -hiçbir zaman net bir şekilde eleştirmese de- beğenmez.
1960’larda trendin aksine kendi tasarımlarına devam eder ancak daha fazla oyunun içinde kalmak istemez. Ayrıca yeni gelen vergiler ve işçilik kuralları kârlı bir iş yürütmeyi zorlaştırır. Aniden emekli olur ve Paris’teki dükkanın kapatıp İspanya’ya döner. (Yerine getirebileceği bir varisi yoktur.)
1972’de üzgün ve yalnız olarak ölür...
Modanın dünü ve bugünü…
Kraliyet ailesine elbiseler diken Worth tarafından başlatılan yüksek moda, esasen Balenciaga'nın emekli olmasıyla sona erer ve bununla birlikte yalnızca medeni ve zaman zaman ilham veren bir tasarım geleneği değil, aynı zamanda mümkün olan en yüksek standartlardaki sanatçılık geleneği de son bulur.
Moda endüstrisi, dünya zenginleştikçe ve seyahat etmek kolaylaştıkça muazzam bir ölçekte çok merkezli ve çok kültürlü olmaya devam ediyor. Ancak Balenciaga'nın 1950'lerde ve 1960'larda yarattığı türden elbiselerin bir daha yapılması pek olası değil gibi…
Bir yanda kadınlara ilham verecek müze parçaları, zamanın Balenciaga müşterilerinin şanslı torunları arasında büyük organizasyonlarda gösteriş yapılacak yadigârlar olarak hazine gibi saklanıyorsa da, öte yanda Kanye West çıplak ayaklarla gezerken giydiği Balenciaga ceketleriyle Balenciaga’nın kemiklerini sızlatıyor mudur acaba?
Her şey bir yana ben Balenciaga’nın disiplinini, işini adeta taparcasına bir huşu içinde kilise ciddiyetinde yapışını, her şeyden öte işine dair her şeyi -tasarım, kesim, dikim, prova- tek başına tek tek yapıyor oluşunu çok takdir ettim.
Ben Balenciaga’yı çok sevdim.
Not: Ayrıca Kanye West’den razıyım ben. Cıbıl ayaklarıyla leş gibi sokaklarda giydiği Balenciaga ceket ve taktığı dişliklerle (?) bu ulvi modacının sanatını ne denli takdir ettiğini ben anlayabiliyorum…
Namaste.
Akıl Modelleri’ni okuduğun için teşekkürler! Yeni yazılardan haberdar olmak için ücretsiz kaydolabilirsin!